7 Aralık 2011 Çarşamba

bir köpek gibi dolaştım bu dünyada...

A.Girizgah
bir köpek gibi dolaştım bu dünyada.. aşağılanası değil. çaresiz biraz. bir buçuk dile hapsolmuş... kokusuyla yerin göğün ve rüzgarın... unuttum tanıdığım her şeyi. hatırladığım ilk şey unutmak oldu... kocaman burnum ve kara tenimle az ötenin tepelerini anlatabildim sadece... büyük bulutlar üzerimizden geçmeden önce mavi kubbeyi ben yarattım sanıyordum... en çok meczup olmayı hayal ettim. yitip gitmeyi herkesin içinde. telefon faturası ödemeden. banka borçlarına boğulmadan kredi kartı kaydımdan doğum günü mesajı almadan, muhtarlıkta kaydım olmadan. devletlin serin arşivlerinde solgun vesikalıklarla soysuz kağıtlara zımbalanmadan. hiçbir dinin, hiçbir ülkenin ve hiçbir ırkın mensubu olmadan. bir meczup olmayı özledim en çok.

B. Tatsız Karşılaşma
 neyzen tevfik mekan tuttuğu köşede gelip geçenlere şarkı söyleyip ney çalar, açık saçık fıkralar hikayeler anlatırmış. üstü başı kir pas içindeymiş. lime lime olmuş giysileri; sanki oradan geçerken öylesine onun bedeninde duruvermiş gibiymiş.. mehmet akif ersoy ise maneviyat timsali ve haysiyet sahibi bir aydın olarak neyzen tevfik in mekan tuttuğu yere gelir, ancak faytonundan inmeden bu zavallı meczup sarhoş ve 'haysiyetini yitirmiş' adama bakarak için için ağlarmış. onun haline bakarken ve ona üzüldüğünü zannederken aslında göz yaşlarıyla kendi maneviyatını temize çıkarırmış. bir gün dayanamamış ve ona demiş ki. 'efendi efendi, ayıp değil midir, koca adamsın yarı çıplak halinle ve sarhoş sarhoş sokaklarda yatıyorsun. bak elbiselerinin yırtıklarından edep yerlerin gözüküyor..' neyzen tevfik  başını göğe dikip ellerini açmış ve demiş ki 'allahım sana şükürler olsun hala edep yerlerime bakıp benim adıma haya eden birleri varmış.'

C. Muskacı Mailo'nun Kıssası
ancak yine de herkes kendisi kadar yaşayıp kendisi kadar ölüyor işte. urfa birecik'te muskacı mayilo vardı. doğrusu tuhaf adamdı. yeni tanıştığı herkese oracıkta bir muska yazar, ona bir 'dert' buluverir ardından derman olarak da muskasını takdim ederdi.. pek banyo yapmazdı. kasaba çocuklarının kuran kursuna giderken 'accayip kutsal kitabı' sakladıkları kumaş heybelere benzer bir heybesi vardı. ama içinde kutsal kitap yoktu.ekmek peynir. şifalı olduğunu düşündüğü bir takım otlar. kese kağıtları. kalem ve esrar olurdu.. birgün berberde otururken köy eşrafından birinin ölüm ilanı belediye hoparlöründen anons edildi.. oradakilere ölenin kim olduğunu sordu. kendi halinde bir adammış ölen... suya sabuna dokunmazmış . ..mayilo camekandan dışarı bakarak dedi ki 'boşu boşuna yaşamış boşu boşuna ölmüş. bir kişi ya kötülüğüyle ya da iyiliğiyle iz bırakmalı. kötülük de iyilik de marifettir. hiçbir marifeti yokmuş ölenin...onun için namazı da caiz değildir...

D.Mayilo'nun Vecizesiyle Uç veren Habis Monoloğa Giriş
kötülükte marifet sınırlarını zorlayanları anımsadım birden. hitler i saddam ı esat oktay yıldıran ı mehmet ağar ı stalin i .ve daha nicelerini.. can yanar ten içinde kalır diyesim geldi.. tarih ne çok sırlarla dolu.. evler.. şu pencereler. şu uzaktaki ışıklar.. herkesin kokusu, burnu yüzü gibi huyu var işte.. herkesin kötülük yapma becerisi de var mıdır. bizi kötülük yapmaktan alıkoyan kurallar dışında farkında olmadan kötülük yapmamıza neden olan kavramlar da vardır herhalde. mesela haysiyet..tdk da haysiyet sözcüğünün karşılığı: değer saygınlık itibar... haysiyet koca bir yalan..bize biçilmiş bir kumaş.. ya da şöyle diyelim. bir kişiye kırk defa haysiyetli dersen öyle olur..velhasılı yetişkin işi bir gaz.. asıl olay erdem sahibi olmak sanırım. kant mı derdi bunu. iyi de erdem ile haysiyet arasında bir paralellik yok mu .. komşuluk falan.. sanırım haysiyet biraz daha yerel bir kavram..dışardan monte ediliyor. ölçüsünü kişinin kendisi değil çevresi belirliyor.. çünkü haysiyet denilen şeyin sınırları yaşanan mevcut ahlakın ufku ölçüsünde biçim buluyor. her çağın haysiyeti başka başka.. oysa erdem homerostan hatta gılgameş ten bu yana aynıdır.

E.  Bir Film Vardı ya da Kötülüğün Yarattığı Defakto...
bir de şu var.. kötülüğe duyulan öfke bir çeşit motivasyona dönüşüyor. yani kötülük bir anlamda zıddına hizmet ediyor. ama asıl tuhaf olan, motivasyon yaratan, kötülüğün ortadan kalkmasıyla kötülüğe maruz kalan kişinin ruhunda oluşan boşluk ve hiçlik hissi... bu çıkarsamayı çok şaşırtıcı bir menkıbeyle öğrenmiştim... filmin adı 'komplo' tek bir mekanda geçiyor.. ve gerçek bir olaydan esinlenerek kurgulanmış bir film. ikinci dünya savaşının en alengirili zamanlarında hitler almanyasının paşa babaları bir malikanede toplanıp yahudileri nasıl ortadan kaldırcaklarını tartışıyorlar. bizzat rayhcın(okunuşu daha sempatik) yani führerin talimatları doğrultusunda tertip edilmiş, fena halde resmi bir toplantı.. kimler yok ki. es es komutanları.. hitler hukuğunu kaleme almış hukuk profesörleri. üst düzey komutanlar. gizli teşkilattan karanlık adamlar. paramiliter güçlerin emir babaları, işgal bölgelerinin atanmış birokratları. ünlü avukatlar.... mesele dikdörtgen masa etrafına toplanmış yaklaşık on beş kişi tarafından tartışılıyor.. mesele; işgal bölgesindeki yahudi kitleleri  en pratik şekilde ortadan kaldırma yönteminin nasıl ve ne olduğu... duruma üstü örtülü bir şekilde itiraz eden hukuk profesörü;  eşsiz ideolojilerinin bir ırka duyulan öfkeyle sınırlanmasının bizzat kendi ideolojilerini zaafa uğratacağı mealinden itirazlarını dile getiriyor... ve yemek arasında toplantıya katılanlardan birine -şu satırlarıma konuk olma şerefini taşıyan- meşhur menkıbeyi anlatıyor.. çocukluğu babasından dayak yiyerek, her türlü hakaret haksızlık ve eziyetle geçen bir adam varmış.. babasına karşı oldum olası öfke duyar, ondan nefret edermiş. o kadar büyükmüş ki babasına duyduğu nefret. tüm hayatı boyunca bu nefretinin yarattığı ruh haliyle çalışmış didinmiş ve büyük başarılar elde etmiş... adamın annesi ise çok iyi biriymiş. oğul babaya duyduğu öfke ve nefretin zıttı olacak ölçüde bir sevgi şefkat ve sadakatle annesine bağlıymış... gel zaman git zaman anne ölmüş. adam annenin mezarı başında oturmuş. üzülmesine üzlmüş ancak bir damla göz yaşı bile dökememiş. sadece durumun olağanlığını kabul etmekle yetinmiş. pek sarsılmamış... daha sonra pek nefret ettiği baba ölmüş. adam babasının mezarına gitmiş ve hüngür hüngür ağlamış.. ağlamaktan gözleri şişmiş..babasının ölümüyle içinde büyük bir boşluk duygusu oluşmuş.. tanıyanları bu duruma şaşırmışlar. çünkü çok sevdiği annesinin ölümünü nerdeyse bir çeşit duygusuzlukla kabullenen adamın; kendisine onca kötülükler yapmış babasının mezarında ağlamasına anlam verememişler. ..hikayenin bu bölümünde hukuk pofesörü alman, yanındaki es es komutanına neden diye sorar. sence neden...ancak cevabı yine kendisi verir. cevap şudur. adam hayatının mativasyonunu babasının ölümüyle yitirmiştir. babasına duyduğu öfke ve nefret, adamın ayakta kalabilmesi için yegane motivasyonuymuş. şimdi bir anlamda babanın ölümyle adamın hayatındaki tüm amacı elinden alınmıştır. -profesör, buradan yola çıkarak, faşist alman ideolojisinin sadece yahudi karşıtlığıyla sınırlı kalmasının ileride, yahudiler ortadan kalktığında, anlamsızlaşacağını belirtmek için anlattı-..

F. Lafın Devamı ve Avam Tespitler
mailo bunları biliyor muydu. kötülüğün farkında olmadan nasıl karşıt bir güç yarattığını.. aklıma uzak ve yakın tarihteki katliamlar geldi. şeyh bedrettin ve şurekasının katli.. kuyucu murat paşa nın osmanlıya baş kaldıran yörük ve türkmen aşiretleri kılıçtan geçirişi ve 'kuyucu' lakabını böyle aldığı.. yavuz selim..kazıklı voyvoda.. sahi bir de neron vardı. sarayının bahçesinde ışıklandırma için hristyanları yakarmış. fener misali. hristyan inancına mensup olanları kolezyumlardaki aslanlara yem olarak verdiğinde, seyirciler bu tuhaf dine inanan insanların ölüme korkusuzca gidişlerine hayran olmuş ve kitlesel olarak hristyanlık dinini seçmişler. bir nevi kötülüğü fırsata çevirmişler ilk hristyanlar. (dincilerin bu fırsat matematikçiliği beni hep şaşırtmıştır.) seyit rıza da, deniz gezmiş de adnan menders de hırant dink de diyarbakır zındanlarının işkence odaları da dersim'de katledilen zehirlenen onca masum çocuk ve kadın da faili meçhul cinayetler de, babası konuşsun diye polislerin karşısında tecavüz ettikleri on bir yaşındaki zilan kız ve babası da..... maruz kaldıkları kötülükler nasıl bir motivasyon yarattı onlarda ve tanıklığını yapan bizlerde... alma mazlumun ahını mı ...bir de şu var kötülük bir suça ceza olsun diye uygulandığında suçu sıfırlıyor  sahiden...yani  bir suç var ise buna tepki olarak ifa edilen 'ceza'nın da bir erdemi olmalı.. buna hukuk mu deyordu..oysa suçu aleni bir kötülük hissiyle cezalandırmak suçu  bir nevi nötrleştiriyor...

G. Son Söz ya da Umutsuz Toparlama Girişimi
bir köpek gibi dolaştık bu dünyada.. öğrendikçe daha çok korktuk. daha alengirili aletler icat ettikçe alengirili kişioğulları oluverdik. .. böyle olması gerekiyordu böyle mi oldu... selahaddin diyordu ki 'saladin kiye? saladin kuçıke islamêye' (selahhadin kimdir? selahaddin islamın köpeğidir.) ne islamın köpeği olmak islam toplumlarını refaha kavuşturdu. ne de devrimin köpeği olmak sosyalizmi gerçek kıldı. şimdi hepimiz sadece korkularımızın ve çıkarlarımızın köpeğiyiz..ama dedim ya köpek olmak aşağılanası bir kargış olsun diye değil, çaresizliğimize ve aslında bir hiç olduğumuza secde edelim diyedir.

1 yorum:

  1. Uyku tutmaz bir şekilde oturduğum şu saatte kafa açıcı bir yazı okudum sayende, düşüncelerine ellerine sağlık. Ben en çok Muskacı Mayilo'yu ve söylediklerini sevdim. Bazı insanlar vardır böyle, ummadığın tanımadığın sokaklarda dolanan, ama rastgeldiğinde bizim "okumuş eşekler"in ömr-ü hayatında ağızından çıkmayacak lafları bir çırpıda çıkarıveren. Onun için Mayilo'nun söylediğini çok sevip aklımın bir ucuna kazıdım hemen.

    Haysiyet konusuna gelince de, bu konuda çocukları çok seviyorum. Yalan söylemeyi büyüklerden öğreniyorlar. Bunu öğreninceye kadar da, hep doğruları söylüyorlar. Aklındakiler, gördükleri, duydukları vs. kötü de olsa, iyi de olsa saklamadan, olduğu gibi anlatıyorlar. Çocukların kötülükleri bile tertemiz o konuda. Ama biz büyükler kötülüklerimiz bir tarafa, en güzel iyiliklerimizde bile hep karanlık, hep gizli bir taraf var.

    Adem abi, nasıl bir yazı yazmışsın sen böyle ya? Altından girip üstünden çıkasım, uzun uzun konuşasım geliyor üzerine. Zaten daha önce okuduğum "kültablası" konulu yazın aklımda. Hala kafamın bir ucunda dönüp duruyor, bir kültablası görsem aklıma geliyor. Yapma eyleme böyle :) Neyse bu kadarlıkla yetineyim ben şimdilik. Daha sonrasında karşılıklı olarak konuşabiliriz umarım bu konular üzerine.

    YanıtlaSil