4 Aralık 2011 Pazar

kozmokomik günlükler

Karşıdan karşıya geçerken küllükler

Küllük nedir? Küllük sigaranın bir aksesuarıdır. Sigaranın etkinlik alanı içinde, ona bağımlı olarak biçimlenen ve sigara ile ilgili yargılarımızdan -paylanan- , talihsiz bir nesnedir. Camdan, plastikten, porselenden, demirden ve hatta aliminyum folyodan yapılmış olanları vardır. Kabul etmeliyim ki pis kokarlar. Burnumuzun dibinde durmalarına dayanamayız. Çiçeklerle anıldıkları sadece bir alan vardır; bol miktarda çiçek ve küllükle aynı odada uyumak istemeyiz.

Onu Erzurum'daki tek odalı evimizin baş köşesinde duran, annemin kahverengi ahşap çeyiz sandığında gördüm ilk defa. Henüz elektriğin bile yaşamlarımıza zuhur etmediği bir dağ köyünde kışın yolların kar nedeniyle kapandığı yazın ise bol miktarda tozun ve yağmurun olduğu geniş gökler altındaki çocukların hepsi için 'şehir'den devşirilmiş bir obje ya da eşya olağan üstü rağbet görürdü. Hele cam olanların karizması kat be kat fazlaydı. Endüstriyel üretimin zıvanasından çıkıp ortalıkta ürediği zamanlara ramak kala geçen çocukluğum şimdi düşündüğümde oldukça natürel imgelerle doluymuş. Fabrikasyon düz ve simetrik olanı hayatlarımza sokmadan önce ender rastlanan her türlü endüstriyel gereç gibi küllük de gereğinden fazla rağbet görmekteydi. Silindir biçiminde saydam bir camdan yapılmıştı. Bu cam küllükler misafir ağırlama ayinlerinin dışında pek ortalıkta dolaşmazdı. Suskun ve alıngandı. İşi bitince temizlenir, paklanır ve ince işlemeli dantel örtülerin, kuşakların rengarenk boncukların arasına dönerdi. İnceliğini burdan almış olmalıydı. Ona dokunmak, onunla oyun oynamak, yoğurmak biz köy çocuklarına göre değildi. Her an kırılabilirdi, sonuçta camdı ve cam çok değerli birşeydi. Öyle değerliydi ki ; Babam bile sigara içmek için eski bardak altlıklarını kullanırdı. Ruhunun tüm inceliğini az kullanılıyor oluşuna ve cam oluşuna bağladım yıllar sonra. Ancak beni asıl düşündüren şuydu; Lanetlenmiş bir madde olarak sigara, neden bu değerli nesneye tecavüz ederdi? Öyle ya, Annem hep sigaranın kötü bir alışkanlık olduğunu söyler, o güzelim küllüğü misafirlerin sigaraları için heba ederdi.


Ortaokulu okumak için gittiğim Oltu'da; otellerde, tek odalı izbe evlerde kaldığım dönem ise; Bu nesne ile ikinci yaşanmışlık dönemimdir. İşsizliğin kavurduğu sisli kahvehanlerde; İnsanlar, sözcükler, bardaklar, masalar, kokular, dumanlar arasında kendi bütünlüğünü korumaya çalışırken bulurdum onu. Büyük ve nasırlı ellerin, siyah paltolu dirseklerin ve ağzı sıkıca düğümlenmiş içinde çay, şeker olan siyah naylon poşetlerin olduğu masaların, ücra köşelerine itilmiş; genelde düşmek üzere olan o zavallı küllükleri unutmadım hiç. İnce metal plakanın basit bir torna işlemi ile vücut bulmuşlardı. Evimizdeki cam küllük gibi değillerdi. Kirli, paslı, yaralı ve solgun görünüyorlardı. Sabahın erken saatlerinde; Cılız kış güneşinin vurduğu boş kahvehane masasının üzerinde kesme şeker kutusu ile yanyana durur, yalın ve uykulu gözlerle yeni güne alışmaya çalışırlardı. Aynı küllüklerin yorgun ve terli hali akşamın geldiğini, bir günün daha bittiğini anlatırdı. Yorgun ve terli olurlardı; çünkü uzak dağ köylerinden gelen köylüler, kalın paltoları ve büyük elleri ile masaya yaslanıp çay içerler, ağızları sıkıca bağlanmış siyah poşetlerini yanıbaşlarına koyup, büyük avuçlarında kaybolan -uzaktan boş bir yumruğu ağızlarına götürüyormuş izlenimi veren- küçük bardaklarda çay içerlerdi. Metal küllüklerin keskin kenarlarını ellerinin nasırlı yerlerine bastırarak ve bağırarak tarlalardan, inek fiyatlarından konuşurlardı. Kocaman ve kaba diresekleri ile
ezdikleri küllükler, ya masanın belirsiz derinliklerinde kaybolur ya da küçük dirsek darbeleri ile masadan düşüverirdi. İnce, tiz ve yayvan sesler çıkararak ayaklar altında kalır, tekrar masa üstüne konmayı beklerlerdi.

Liseye terfi ettiğimde küllüklerle olan ilişkim farklı bir kimlik kazanmıştı. Artık onlarla bireysel bir iletşimim vardı. Aynı salaş kahvehanelerde; hayatın hiç bir alanında başarılı olamamış yaşlı sünepe garsonların yavaş adımlarla getirdiği çayları içerken bir yandan da gizli gizli sigaramı tüttürürdüm. Bu sefil sayılacak metal küllükler büyük özenle evlerde kullanılmazdı.Herkes cam tercih ederdi. Hatta o kadar ki camdan koca olsa hiçbir teredüte düşmeden varacak yüzlerce taşralı kadın bilirdim. Dışarıda bana hep yanlış sorular soran bir hayat dururdu. Bense başımı eğer, ağzım ve küllük arasında oldukça sınırlı bir mesafeye sigaramı sıkıştırırdım.

Nöbetçi olduğum günlerde, öğretmenler odasına taşıdığım çayları, öğretmenlerin ukala el işaretleri doğrultusunda zarif ve desenli cam küllüklerin yanına bırakırdım. Kokuyla birlikte beni, sigaraya özendiren biraz da bu küllükler olmuştur. Büyük bir hınçla kalorifer dairesine inip sigaramı yakar, kocaman bodrum katın zeminini, hayatımda görüp göreceğim en büyük küllük ilan ederdim. Hızla içtiğim, külünü gelişigüzel döktüğüm kalorifer dairesi tüm lisenin küllüğü sayılırdı. Ancak hiç bir küllük beni aynı dönemde Oltu'da, bir beyaz eyşa dükkanında gördüğüm küllük kadar şaşırtmadı. Çapı ve yüksekliği standart olan bu küllüğün her tarafı kapalıydı. Üst yüzeyi çelik bir plaka ile kapatılmıştı. Çelik yüzeyin ortasındaki vidaya bir basınç uygulandığında kapağın dönerek zemine inmasi sağlanıyor; işlem bitince kapak, aynı ahenkli kavisle tekrar yüzeye çıkıyordu. Anlaşılan sigara kokusuna bir önlem olarak tasarlanmıştı. Ancak çok yaygın bir kullanım alanına sahip olamadı. Halk karmaşık şeyleri sevmiyordu, tıpkı bu küllükleri sevmedikleri gibi. Taşrada her nesneye olduğu gibi, küllüklere de ekonomik gelir göstergeleri olarak bakılır. Bundan ötürü evlerin vitrinlerinde kullanmayan çatal kaşık takımları, yemek takımları, çay ve kahve takımlarının yanında çeşitli küllükler olurdu. Sizin de tahmin edeceğiniz gibi hepsi camdandı. Gelişmiş alım gücüne ve zevklere bağlı olarak; Oval, dikdörtgen, kare, silindir, çok köşeli küllükler... Vitrin camlarının arkasında başka bir cam...Birbirini tekrar eden iki aynı madde sadece... Daha sonra üniversite kantinlerinde tıpkı o kahvehanelerdeki küllükler gibi hunharca kullanılanlarıyla tanıştım. Ancak bu küllükler biraz daha entellektüel sayılırdı. Yazık ki bir küllüğün varlığını olumlayacak ölçüde bir güce sahip değildi bu tanım. Üniversitenin hayalet idari kadrosu; Anlaşılan o ki, kantinlerde sigara içilmesini pek onaylamıyor, ancak önlemekte de yetersiz kalıyordu. Bu nedenle küllüklerin özendirici ya da kalıcı olması mümkün değildi. Bir günlük kullanım için aliminyum folyodan yapılmış bu küllükler; çabucak katlanabiliyor, bir gazete kağıdı gibi buruşturulup çöpe atılabiiyordu. Ama öğrenciler daha çok çay ve kahve içilen plastik bardakları küllük olarak kullanıyorlardı. Geçmiş öğrenci kafilelerinden kalmış olan plastik bardaklar özellikle yanmakta olan sigarayı zahmetsizce söndürmekte çok işe yarardı. Yanmakta olan sigaranın bardağın altındaki suya temas ettiğinde çıkardığı sesi şimdi bile duyar gibiyim. Kantin kültürünün bir uzantısı sayılabilecek ölçüde küllüğü bir arada görmedim hiç. Derslerden bunalıp bağırarak konuşan erkek öğrencilerin, sıkıntıdan tırnaklarını yiyen kız öğrencilerin sigara ateşi ile delik deşik ettikleri plastik bardakların ortaya çıkardığı kötü görüntüyü küllüğe yeğleyen üniversite yönetimine şaşardım doğrusu.

Benim okuduğum üniversitenin kantinleri bu sıkıntıyı çekerken, başka bir üniversitede kurallar daha başkaydı. Kampüsün en işlek kantin duvarında şu cümle yer alıyordu: 'Eğer sigaranızı bardakta söndürecekseniz, söyleyin çayınızı küllükte getirelim' ... Korkunç bir itham! Her gün bu kaba uyarının muhattapı olmaya nasıl katlanılır? Düşünmek dahi zor.

Artık kent kültürünün birer parçası sayılan büyük alışveriş merkezlerinin fast-food cafelerinde ve ortamın hijyenik iletişim kalabalığı içerisinde aperatif yiyecekler ve içecekler satılıyor. Her biri endüstriyel tasarım harikası niteliğinde masa ve sandalyeye eşlik eden aliminyum folyo küllükler de tıpkı üniversitedeki yönetici zekanın uzantısıdır. 'Sigaraya karşıyız ancak, içebilirsiniz. Küllük olarak şu derme çatma kutuyu kullanınız. bu eyleminize verdiğimiz değer bu kadardır.' YÖNETİM ...Bu uygulama bazı büyük işyerlerinde ya da otellerde geçersizdir. Silindir çöp kutularının üst yüzeyi küllük olarak tasarlanmış ve çoğunlukla bu küllüklerin içerisinde sigaranın çabuk sönmesini sağlamak ve kokuyu önlemek için çakıl taşı ya da kum konmuştur. hem sigara söndürmek hem de küçük çöpleri atmak için tasarlanmış küllüklerdir bunlar.

Şimdi, bir kahvenin kareli masa örtüsüne yaslanıp bu yazıyı yazdığım alanda az ötemde duran sarı porselen küllüklere bakarken; Kullanım alanlarımızın ve kullandığımız nesnelerin aslında bizleri nasıl belirlediğini düşünmekten kendimi alamıyorum. Kim bilir belki de birgün bünyem sigarayı kaldıramayacak ölçüde rahatsızlandığında; Küllüklere şimdi baktığım gözle bakmaktan vazgeçeceğim.


(NOT: Bu yazı tarafımdan 2001 yılında Eskişehir'de yazılmış ve Adana'da yayınlanan Adana Cep Sanat dergisinde yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder