4 Aralık 2011 Pazar

Mustafa Gerger' in ölüm töreni

Mustafa Gerger' in ölüm töreni

‘Her ölüm erken ölümdür.’
C. Süreyya
1-MORG
Herkes en az bir defa ölüm ritüeliyle karşılaşmış gibiydi. Kendimi Balıkesir devlet hastanesinin geniş bahçesindeki kamelyada öğretmenlerle otururken bulmuştum. Hiç kimsenin ağlamakta bir beis görmediği ender anlardandı. Kelimeleri seçerken hepimiz biraz daha dikkatli davranıyorduk. Kendi adıma düşündüğümde bu özenli konuşma ya da davranma halinin bana bir çeşit dinginlik kattığı ortadaydı.
Mustafa Gerger, uzun sürecek yaz tatili yolculuğu için ön hazırlıklar yaparken ansızın ölmüştü. Kısa bir süre önce kalbindeki tuhaf sıkışmadan ötürü öğretmenlik yaptığı kasabanın sağlık ocağına gitmiş, oradan da Balıkesir devlet hastanesi kardiyoloji ünitesine sevk edilmişti. Kasabanın içler acısı hurda otobüsüyle, yaz sıcağının boğuntu yaratan havasını soluyarak kente inmiş ve oracıkta, arabadan indiği yerde kalp krizi geçirmiş ve ölmüştü.
Bu tür durumlarda çokça yapıldığı gibi ölüm anının bin bir türlü ayrıntısı ortalıkta dolaşıyor, olay giderek kendi gerçekliğinden ve doğallığından sıyrılıp bir çeşit işaretler, doğa üstü referanslar içeren hal almaya başlıyordu. Ancak tüm bu uhrevi olay örgüleri içinde ne kadar atlatılmaya çalışılırsa çalışılsın geriye yalın bir acı ve şaşkınlığın kaldığı aşikardı.
Ölüm haberini aldığımda evimde, akşam yemeğindeydim. Cep telefonuma gelen mesaj yalın, çarpıcı ve acıydı.. ’adem Mustafa Gerger i kaybettik. Yarın Paşa camii’nde kılınacak cenaze namazından sonra defnedilecek. Başımız sağ olsun.’ Mesajı okumuş olmak korkunçtu elbette. Balkona çıkıp karşımda duran karanlığa anlamsızca baktım. Ellerim balkon demirlerinin serinliğini kavrarken gözlerim alacakaranlıkta esen rüzgarın etkisiyle salınan kavak ağaçlarına odaklanmıştı. Ağaçların yapraklarından boşalan hışırtıların karanlığı doldurarak kulağıma kadar geldiğini bazen fark ediyor bazen unutup başka şeyler düşünürken buluyordum kendimi. Orada . ne kadar durduğumu ve tam olarak neler düşündüğümü bilmiyorum. O gece anlamsız, karışık tuhaf rüyalar gördüm, yarı rüya yarı kabusların geneli elbette olayla ilgiliydi. Açıkça söylemek gerekirse nasıl bir tepki vereceğimi kontrol edecek durumda değildim. Aslında sorun tepkilerimin nasıl olduğundan çok olayın gerçeklikle bağlantısını bir türlü sürekli kılamamamdaydı.
Ölüm sivil bir olay mıdır? Ölümle gelen boşluk, geriye kalanları üzdüğü kadar telaşlandırır da. Çünkü ölüm bir olgu olarak oldukça yalın, kravatsız bir olaydır. Geriye kalanların telaşı bu sivil hadiseye bir çeşit resmiyet kazandırma çabasından ileri geliyordur muhtemelen. Ertesi gün hastane bahçesinden başlayacak olan bu sosyal resmiyetin bir parçası olmak için kendimi hazır hissetmiyordum pek.
Bana kalsa kimseye görünmeden kendi yasımı kendim tutmak isterdim. Ancak bu mümkün değildi, ortak yas tutulmalıydı. Hastane bahçesindeki kamelyada oturan öğretmenler kuşkusuz çok üzgünlerdi. Sanki bu ölümün, herkesin şahsını ilgilendiren acıtıcı bir yanı var gibiydi. Hepimizde mesleki bir kusur olarak adlandırılacak olan edilgenliğin iki katına çıktığını ve bazı durumlarda bir müdahale gerektirdiğini görüyordum. Metin bey bu tür durumlar için toparlayıcı bir rol üstlenmeyi bir görev bilmişti.
Naaş henüz morgdaydı ve morg yanı başımdaydı. Morga girmek istedim, ancak sanki küçük bir engel çıksa hemen kabullenecek ve naşı görmekten vazgeçecektim. Yine de kendimi morgun ürpertici serin içlerinde, naşın önünde buldum.
Ceset kefene sarılmıştı ve kefen iki ucundan bağlanmıştı. Beyaz kaput bezini kayıtsız bir edayla açmaya başlayan görevlinin devinimleri ilerledikçe, kendimi karşılaşacağım şeye hazırlamaya çalışıyordum. Kefen katlardan oluşmuştu, her kat açıldıkça kafanın anatomisi kendi biçimine bürünüyor, yüzün iskeleti genel hatlarıyla belirginleşmeye başlıyordu. Son kat açıldığında algıladığım ilk şey renksizlikti. Buna solgunluk denemezdi, morlaşmış dudaklar, yüzün hemen hemen tüm bölgelerine yayılan aynı tonda bir renksizlik donuk bir anlam yaratmıştı. O anda canlı bir yüz ile cansız bir yüzü ayırt etmemizi sağlayan sayısız ayrıntının kıpırtının, renk ve enerji ritminin görünmezliğini daha iyi algıladım. Gerçekte, canlı olan bir yüzün altında yaşayan, devinim içinde olan başka bir hareket olduğunu biliriz. Canlı yüzlerin suretleri uykunun donukluğuna bürünseler bile arka planda hareket eden, var olma enerjisi yaratan bir devinimi içerir. Ancak morgda gördüğüm Gerger in yüzü tüm bu anlamlardan soyutlanmış, adeta terkedilmiş bir eldiven gibi cansız, oracıkta yığılı durmaktaydı. Kulak delikleri, burun delikleri, ağız kenarları küçük pamuk parçalarıyla kapatılmıştı. Gözleri kapalıydı. Muhtemelen beş saniye süren bu karşılaşmadan çıkıp kendimi hızla morgun dışına attım. İstediğim tek şey yalnız kalmaktı.
Hastanenin herhangi bir kapısından içeri dalıp herhangi bir koridorun ucunda kalorifer peteklerine dayadığım ellerimi anlamsızca demire bastırarak kesik nefesler alıyordum. Ağlıyor muydum, gözlerim yanmaya başlamış, ayaklarımın feri gürültülü bir sessizlikle bedenimi terk etmeye başlamıştı. Ayakta duracak gücü bulmakta zorlanıyordum. Ne düşünsem oracıkta, o anda kafamdan kovuyor ve bir şey düşünmemeye çalışıyordum. Ancak kendimi her seferinde bir şey düşünürken veya o düşünceyi aklımdan kovmaya çalışırken buluyordum. Kalorifer peteğinin sessiz soğukluğunu örten beyaz yağlıboyanın mat yüzeyine sinmiş yaz sıcaklığının oraya nasıl hapsolduğunu düşünüyor, bu sıcaklığın nasıl oluyor da diplerden gelen demirin serinliğine ve soğuğuna yenildiğini bulmaya çalışıyor, ardından bu düşünceyi hemen beynimden kovuyor ve algılarımın rastlantılarında bir o yana bir bu yana dalgalanan zihnimi toparlamaya çalışıyordum. Muhtemelen beş dakika oracıkta, nereye açıldığını bilmediğim o koridorda tek başıma sessizce durdum. Gözlerimi silip derin bir nefes aldım ve dışarıya çıkmak için zihnimin toparlanmasını bekledim.
Morg hastanenin arkasındaydı. Eni ortalama üç metreyi bulan on/on iki metre uzunluğunda eğimli bir yamacın alt ucundaydı. Kafamı önüme eğerek yamacı ağır adımlarla çıkmaya başladım. Yamacın diğer ucunda duran yeşil cenaze arabasındaki boş tabuta bakarken Gerger in iri bedeninin bu tabuta nasıl sığacağını düşündüm bir an.
2- CENAZE EVİ
Gerger in hemen hemen her sohbetinde sıklıkla söz ettiği abisinin evine yanaşan cenaze arabasını oldukça kalabalık bir grup bekliyordu. Olayla ilgisi olan olmayan bir çok kadın erkek, yaşlı genç orda yeşil cenaze arabasının matem hızındaki devinimlerine dalarak kendi sonlarıyla da ilişkilendirilebilecek çağrışım havuzunda pek alışık olmadıkları şeyler düşünüyorlardı. Kalabalığın uzak köşelerinde olayın ayrıntılarını ve içeriğini ifşa eden sessiz konuşmalar, sıklıkla dua ve tanrıya yakarı içeren iyi niyet temennileriyle kesiliyordu. Her sabah terli dalgınlıklarımızı alarak yola çıkıp gittiğimiz okulun ait olduğu kasabadan iki otobüs dolusu insan evin önüne henüz inmiş, ortalığa şaşkın yüz ifadeleriyle bakıyorlardı. Cenaze arabasının durduğu iki katlı evin tüm kapı ve pencereleri açıktı. Uzaktan bakılınca bir birinden ayırt edilmesi pek de mümkün olmayan örtülü kadınların feryat figanları; ağlayış ve bağırışları yükseliyordu. Cenaze arabasından inen tabutun her yeri dolduran imgesi karşısında sesler birden daha da yükseldi. İmam, Türkçe Arapça karışımı dualar okudu. Her şey içli bir ritüelle oracıkta gerçekleşiveriyor, yazın kavurucu sıcağı herkesi yanındaki insana/ şeye daha da yaklaştırıyordu. Evin ikinci katında kadınların kara etekleri arkasında kafasını zorlukla seçtiğim Çiğdem (Gerger in on üç yaşındaki kızı) çığlık çığlığa ağlıyor; beyaz uzun narin ellerini çilli yüzüne kapatarak bağırıyor haykırıyor, sanki aklında itiraz edecek bir sürü neden varmış gibi yerinde çırpınıyordu. Bu yürek parçalayıcı figanı görmemek mümkün değildi. Ortalıktaki derin uğultu çiğdemin sesiyle kesiliyor, ve tekrar kaldığı yerden devam ediyordu. Cenaze evindeki tören aceleye getirilmişti. Belki de hep böyleydi. Ancak eksik değildi. Eksik olan tek şey Gerger in yaşayan ve Çiğdeme kim bilir kaç masal anlatan kalın ve tok sesiydi.
3- PAŞA CAMİİNDE KILINAN NAMAZ
Kuşluk vaktini devirmek üzere olan gölgelerin eşliğinde paşa camiinin şişman avlusunda abdest alan insanların arasına dizilip sessizce abdest aldık. Bahçedeki sedir ağaçlarının büyük dallarındaki kuşların sesleri, bahçe duvarının ötesinde duran şehir merkezinin trafik uğultusu ve camii imamının derin manalara bandırdığı sesinden okunan ezana müteakiben namaz için saf tutuldu. sıralı insan kalabalığı içinde tek tük tanıdıkların yüzlerine rastlıyordum. Selam vermek için başımızı uyumlu bir şekilde önce sağa sonra sola çevirdik. Az ötemizde duran teneşir taşının üzerindeki naaş, gürültünün ve hareketin içinde kendi sessizliğine bürünmüş ve ağırca duruyordu. Hep bir ağızdan hakkımızı helal ettik. Namaz bittikten hemen sonra tabutun etrafında oluşan kalabalık esmer ve sessiz kelimelerle mezarlık yolu güzergahını kararlaştırıyordu. Etrafta, sağa sola önemli haberler taşıyan insanların hızları uçuşuyordu.
Naaş onlarca elin uğultulu özeniyle hafifçe kaldırıldı ve omuzlara alındı. Henüz cami avlusunda olmamıza rağmen herkes tabutu sırtlamak için önlere doğru ilerlemeye başlıyor, kalabalık ince uzun bir şerit olmaktan çıkıp önlere doğru kalınlaşan karmaşık bir yün yumağına benziyordu.
4-MEZARLIK YOLU
Şehrin ara sokaklarından geçerek ağır hamlelerle mezarlığa doğru yürüyen insanların içinde son sıralardaydım. Sanki Gerger in gözleri, yıllarca sahil lokantalarının mutfaklarında salata yapan iri ve kemikli ellerinin bıçağı kavrayışındaki kararlığı eşliğinde benimle sohbet ediyordu. Eminim herkesin zihninden en az benim olduğu kadar mühim ve dokunaklı şeyler geçiyordu.
Mezarlığa doğru uzanan yol mahalle aralarından, dar sokaklardan, ara yollardan ve şehrin ana yollarının kesiştiği kavşaklardan geçiyordu. Yoldaki her metrenin kendine özgü mülayim kombinasyonları tabutu taşıyan akil adamların dikkatli hesaplamaları sonucunda sakince aşılıyordu. Yolda, evlerinin pencerelerindeki kapalı yaşanmışlıklarına ara veren onlarca meraklı göz kalabalığı inceliyor, tabutu görmeye çalışır gibi boyunlarını utangaç ve dikkatli tonlarda uzatıyordu. Yolun kenarında olayla ilgisi olmayan birçok insan, bir cenaze geçidine tanık olmanın manevi sorumluğuna istinaden ellerini açıp dudaklarını sessizce kıpırdatarak dualar okuyordu. İçlerinden ender de olsa merakına yenik düşüp tabuttakinin kim olduğunu, kaç yaşında ve nasıl öldüğü hususunda yanlış anlaşılmaya meydan vermeyecek kelimeler seçerek sorular soruyordu.
5-MEZARLIK
Mezarlığın geniş demir kapısını bekçi açtı. Kalabalık, bürünebileceği en tenha poz ile mezarlığın koyu yeşil içlerine doğru akmaya başladığında ben en önlerdeydim. Nasıl olduğunu tam kestiremediğim tuhaf bir sıra hukukuyla tabutun kollarından birisini omzumda bulmuştum. Önümde arkamda sağımda ve solumda akan insan selinin yürüyüş ritmimi bozmaması için bazı adımlarımı yarım atmak zorunda kalıyordum..
Mezarlığın sıralı taşlarını sabırla geçtikten sonra yeni kazınmış mezarın başına geldik. Tabut, önceden hazırlanmış bir taşın üzerine konularak, mezarlığın tam olarak açılması beklendi. Gerger’in memleketi olan Urfa dan getirilen toprağın mezara atılması için sessiz bir uyarı ve ısrar bir süre herkesin üzerine düşüneceği ya da fikir beyan edeceği somut bir konu oluverdi. Tabutun içinden çıkarılan naaş baş tarafı kıbleye gelecek şekilde mezara yerleştirildi. Sağ yanı üzerine mezarın bir tarafına yerleştirilen naaş yüzü toprağa dönük bir şekilde bırakıldı. Bedenin sonsuz yalnızlığının başladığı ilk an yaklaşmıştı. Mezarın içindeki son kişi de yukarı çıktıktan sonra ellerinde kürekler olan birkaç genç dikkatli kürek darbeleriyle merteklerin üzerine gelecek şekilde toprağı atmaya başladılar. Her kürek hamlesinden sonra Gerger in morgda gördüğüm huzurlu yalın ve tenha ifadesi örtülmeye başlıyordu. Mezar örtülmeye devam ederken imam dualar okuyor, duanın bazı yerlerinde kalabalıktan‘fatiha’ ‘amin’ gibi çoğul temenniler yükseliyordu. Her şey çabucak bitti. Ve aynı hızla insanlar mezarlığın çıkışına doğru yönelmeye başladı. Gitmekte ayak diretenler bizim gibi Gerger e daha yakın olan kimselerdi. Sonra biz de mezarın üzerine avuçladığımız toprakları koyup su döktük ve içimizden bazılarının mırıltıyla ağzından çıkan dualarına kulak kabartarak kalktık ve yavaşça geriye dönüp yürümeye başladık.
Onun olmayan bir şehirde, onun olmayan bir mezarlıkta gömülmüş arkadaşıma dönüp son defa baktım. Banim olmayan bu kentten ayrılacak ve belki bir daha bu kente uğramayacaktım. Yamaca kurulmuş yeni mezarlığın baş ucunda duran küçük ardıç ağacının üzerinde minik bir serçe ansızın havalandı. Gerger in iri gövdesindeki narin, saygılı ve evhamlı imge sanki serçenin bedeninde ete ve kemiğe bürünmüş gibi temmuz göğünün mavi içlerine doğru uçup gitti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder